İstanbul’un ortasında “Pik dökümcüler”

9 aya yakın süre deö aralıklarla gittiğim Sultançiftliği dökümcülerinin hayatına birde fotografçı gözü ile bakın istedim.

-Nerelisin bacım

“”Bir kadın olarak onların arasında çok rahattım ve iletişim kurmak hiçte zor olmadı. Elimdeki koca makineye bakıp markasını, nasıl çalıştığını merak etmişlerdi. Adımı bile sormadan ilk soruları şuydu.

-“Nerelisin bacım”

Böylece kiminin “yengesi”, kiminin “gelininin memleketli” olmuştum bile. “Bir yerli” olmak onlar için önemli olmalı, bir yerlere ait olmak. Defalarca sordukları bu soruyu ben de defalarca cevapladım.

İlk gittiğim atölyede çok sıcak karşılanmıştım.”Neden dökümcülere gelip fotoğraf çekiyordum ki?” “gelip geçiciydim” onlar için bir iki kare alıp gidecektim. Döküm için kalıp hazırlıyorlardı. Bir yandan yanık bir türkü radyoda çalarken bir yandan eşlik ediyorlardı adını bilmediğim türkücüye. Oturtacak yer aradılar bana.”iyiyim ben, böyle iyi”. Döküm atölyesi “KUPOL”  ocaklıydı. Yani kömürle eritiyorlardı pikleri. Pik ya Rusya’dan geliyor ya da Ereğli’den. Kalitelisi Rus olanı. Ocaklar sabahtan yakılıyor akşam 18.00 a kadar yanabilir. Alta kömür üstüne pik onun üstüne de bildiğimiz mermer parçaları atılıyor ki bu maden ergidiğinde içindeki başka maddeleri tutuyor madenin kalitesini artıyordu. Ayrı bir yerden atılıyor mermer atıklı madde. Bir daha işlenmiyor. Kalıplama ise işin bir diğer kısmı. Bunun içinse önce “maça” yapılıyor. “Maça” dökümü çıkacak malın içi kalıbı. Bezir yağı, kömür tozu ve ince kum karıştırılıyor, şekil veriliyor ardından fırınlanıyor. İnce iş. Dağılmaması gerekiyor. Özenle yerleştiriliyor kalıbın içine ve döküme hazır artık. Kupol ocaklı atölyelerde önce kalıplama yapılıyor bu yaklaşık bir hafta sürebiliyor. Eğer ocaklar enjeksiyon sistemse ki bunda elektrik enerjisi ile ergime yapılıyor, hem kalıp yapılıp hem döküm yapılabiliyor.

-Ağır iş

Kalıplama bitmiş çay molası verilmişti. Çay da çay ama. Sert koyu renkli içtin mi gözünüz açılıveriyor. Çok sigara içiliyor. Sanıyorum çalışanların % 90’ kullanıyor patronları hariç. O içmiyor. Babacan tavırlı ve hep tetikte. O döküm yapılırken işçilere yardımcı oluyor. “Kırk beş senedir bu işteyim” dedi.  “Oğlumda bu işi yapacak, teknik liseden mezun oldu”. Çok konuşmuyor. Yemek saati geldiğinde döner ayran iyiydi. Herkes almıştı nevaleyi bana da uzattılar. Yedik. Ayran bol içiliyor denmişti ama hayır ben pek rastlamadım doğrusu.

İşçiler korunma amaçlı hiçbir alet ve benzeri şey kullanmıyor. Ellerine bazen eldiven giyiyorlar. 6 ayda bir sağlık bakanlığı tarafından zorunlu kılınan sağlık taramaları düzenli yapılmıyor, önem verilmiyor.

-Küçük bir kaza

Çekimler sırasında atölye sahipleri beni çok iyi ağırladılar doğrusu. Ben her gidişimde baskısını aldığım fotoğrafları götürüyor onlar da bakıp kendi aralarında gülüşüyorlardı. Sabahın erken saatlerinde atölyeden içeri girdiğimde yüzlerinde gülümseme daha bir renkleniyor. Buyur ediliyordum. 2 ayın bitiminde çok şey öğrenmiştim. Örneğin kalıpların üstüne basmak yasak. Döküm yapıldığında ise bir süre daha basamıyorsunuz çünkü çok sıcak. Bu tecrübeyi edinmem bana bir çift bota mal olmuştu. Tripot kullanmaya kalkışmam diğer bir yanlışlıktı. Onu da “bacım orası sıcaktır” anonsuyla beraber irkilme şeklindeki tepkimle öğrendim.

Kalıplar dikkatle korunuyor. Bende tecrübelerimle hareket ediyorum oradan bir işçi “bak nereye basıp basmayacağını biliyor sen 4 senedir buradasın öğrenemedin gitti.”diyerek birbirlerine takılıyorlar. Bense mutlu ve mağrurum. Artık bir dökümcü olabilirim.

Çalışma koşulları oldukça yıpratıcı. Ergiyen maden potalara aktarılıyor. İşçiler bir potada yaklaşık 35 ila 40 kg arası bir ağırlığı kaldırıp kalıplara aktarıyor. Maden 1600 derecelerde ergiyor. Bu sıcaklık zihinde pek bir şey ifade etmese de yüzünüze vuran sıcaklıkla hafife almamamız gerektiğini fısıldıyor. Ocaklarda ufak tefek kazalar yaşanıyor. Küçük tedbirlerle geçiştiriliyor. Çoğunlukla ayaklarda, ellerde yanıklar oluyor. Döküm sırasında hava delikleri açılmamışsa kalıpta; maden patlama yapıyor. Kulakları çınlatan bir patlama bu. Ustası olan önleyebiliyor. Çoğu pek dikkat etmiyor. Gittiğim 2. atölyede bu türden o kadar çok patlama oldu ki kendimi dışarı attığımda kahkahaları da beraber ardımdan çıkardım kapıdan. Kupol ocaklarda sıklıkla rastlanan bir diğer kaza da dökümün bitişiyle ocağın boşaltılması esnasında gerçekleşiyormuş. Bunu görmek benim içinde iyi bir tecrübe oldu. Günün sonunda döküm bitmiş ve ocağın alt kapağı açılacaktı. Kendimi koruyabilmek için sığındığım duvarın arkasından başımı uzattığımda gördüğüm manzara evlere şenlik. Maden volkan ağzından boşalırcasına büyük bir gürültü ile yere akıyordu. Patlamayla beraber etrafa saçılan erimiş maden kurşun etkisi ile savrulduğu yerdeki her şeyi yakarak delip geçiyor.” Bu küçük! Patlama hiç bir şey değil” dedi yanımdaki işçi “şu karşıdaki çocuğun abisi yandı geçen ay bacaklarından aşağısı gitti, iyiymiş şimdi, kahvede gördüm” Dört ay öncede 2 işçi bu tip bir kaza sonucu hayatını kaybetmişti. Cenaze törenlerine gitmişlerdi. Bense delinen ceketimin cebindeki yanmış kâğıt paralara bakarak “Allah sabır versin” dedim.

Gidiş gelişlerim devam edince eskisi gibi çekingen değillerdi. Döküm yapan atölye buluyorlar hatta beni teslim ediyorlardı. Mesela “şuraya git, oraya gitme” gibi tavsiyeler, yaptırımlar oluyordu. Yine atölye arayışlarımda bir çocuk çırak koşarak yanıma geldi. Çay içeceklerini gelmemi söyledi. Onu izledim. Aşağıda bir yerdi atölye. Kullanılmış motoryağı yakan sobanın etrafına oturmuş çay içmek için bekler buldum onları. Bekletmeden bardaklara boşaltılan çayın kokusu sohbetinde konusu olmuştu. “Ya abla biliyor musun bizim çayı içmezler öyle sen ilksin.”

Atölyeler aşırı sıcak oluyor. Yazın çekilmez bir hal alıyormuş diyenlerden duydum. Kimi işçiler kışın çalışıp yazın memleketlerine gidiyormuş. Yazın çalışmak zorunda olan işçilerse sıcağın etkisiyle çok hastalandıklarını anlattılar. Ekmek parası burada ocağın ağzındaydı ve ocak pek acımaklı değildi.

Şimdi neredeler?

Sultançifliği dökümcülerinin çalışma koşullarının ağırlığı yanı sıra daha birçok sıkıntıları var tabi. Bulundukları bölge bir zamanlar kuş uçmaz kervan geçmez yerken 2000’li yılların sonunda yerleşim alanlarının ilerlemesi sonucunda,  atölyeleri şehrin göbeğinde kalıvermiş. Yerel yönetimler İkitelli sanayi sitesine kaydırmak istemişler ahaliyi. Fakat buda çok maliyet isteyen bir iş. Çoğunun buna gücü yetmiyor. Ulaşımın hem zor olduğunu hem de kiraların pahalı olduğunu belirttiler. Pik Dökümcüleri Odası’da bu konuda çalışmalar yapsa da pek çözüm olmamış, davalar devam gidiyor.

Hayat sürüyor Sultançiftliği’nde. Onları tanımaktan memnun oldum, umarım onlarda beni tanımaktan? Aklıma “Atom Necdet” lakaplı döküm ustası geldi. Şöyle demişti “Teknoloji yokken, TEKNELOJİ vardı. Artık bizim işimize hiç önem verilmiyor. Hor görülüyor. Biz sanayinin belkemiğiyiz. Biz olmazsak sanayide olmaz”… Sözüne katılıyor ve izin istiyorum yanından ayrılırken. Sizde öyle yapın. Sağlıkla kalın.

N.ESEN GÖK

Yorum bırakın